FATİHA SURESİ'NİN DERİN ANLAMI...
Odasında yalnızdı.Kalktı, perdeyi aralayıp pencereden dışarıya baktı; gecenin karanlığında sokak lâmbalarının ışığında parlayıp yere düşen yağmur damlaları ne hoş bir manzara oluşturuyordu. Bir süre öylece yağmur damlalarını seyretti durdu. Hissiyatı kabarmış, kalbinde tarifi imkânsız mevcelenmeler başlamıştı. Yağmur damlalarını hiç bu şekilde seyretmemişti. Bu rahmet damlalarını yere indiren melekleri tahayyül etmeye çalıştı. Yüreği bulutlandı, gözleri nemlendi. Okuduğu kitabın tesiri ile diline bazı dualar dolandı. Sonra lâvaboya geçti, abdestini tazeledi. Yatmadan önce iki rekât namaz kılıp dua etmeyi yine ihmal etmedi.
Seccadenin üzerinde bir müddet başı önde durdu. Sonra ellerini kulaklarının hizasına kaldırdı "Allahu Ekber" deyip tekbir aldı. Gözlerini secde yerine dikti. Orada büyük bir sır var gibiydi. Her namazda gözleri secde yerine çakılır kalırdı. "Sübhaneke"yi okudu. Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınıp besmele çekti. Bir şifa, bir açılış, bir huzur kaynağı olan Fatiha Sûresi'ne saldı kendini. Bu arada kendini büyük bir âlemin kapısındaymış gibi gördü. Bu âlem, dünya ve ukbayı içine alan tarifi imkânsız, zamanı aşkın bir âlemdi. Bu âlem, o iklime girenleri rahmet ve hidayet yağmurlarıyla ıslatan bir âlemdi.
Ve İlâhî rahmet kapısına dokundu.
"Elhamdülillahi Rabbi'l-âlemîn." Âlemlerin Rabb'ine hamdolsun, bütün hamdler övgüler âlemlerin Rabbi Allah'a aittir. Bu âyetin nurundan ışıklar yandı birden ve her yer aydınlandı. Her bir varlığın üstünde O'nun nimetlerini görür gibi oldu. Farklı âlemlerdeki Rububiyet tezahürlerini hissetti. Hamdetme bahtiyarlığını duydu içinde. O an ruhunun ebed âleminin sonsuzluğunda dolaştığını hissetti. Melekler âlemine, hayvanat âlemine, nebatat âlemine ve oradan insanlık âlemine bir anlık seyahat yaptı. "Bir ân" genişlemiş, ruh bu genişlikte akıl almaz bir seyahate çıkmıştı. Bu; rüya âleminde, uzun zamanların birkaç saniyeye sığması gibi bir şeydi.
Ve kapının tokmağına ikinci dokunuş...
"Errahmanirrahim." O, Rahman ve Rahîmdir. "Ya Rahmaneddünya veya Rahimel ahireti." duası canlandı zihninde. Bu dünyada herkese, her şeye rızkını veren Allah Rahman'dır. Gökleri ve yeri yaratıp düzenleyen Allah Rahman'dır. Bu dünyada hayatımızı kolaylaştıran Allah, Rahîm'dir. Ahiret'te inananlara merhameti ile muamele edecek olan Allah, Rahîm'dir.
Bu hâl içinde, Fatiha ufkunda ilerlerken o ses bir daha yankılandı kalb semasında. "Namaz müminin miracıdır." sırrı yavaş yavaş belirmeye başlamıştı adeta.
Üçüncü defa dokundu kapının tokmağına.
"Mâliki yevmi'd-din." O, din gününün, hesap gününün tek hâkimidir, mâlikidir. Bu âyetle yine başka âlemlere gitti. Mahşer yerini görür gibi oldu. Ürperdi. Nurdan simalar vardı. Perişan suretler vardı. Sırat vardı, mizan vardı. İlâhî adalet burada tecelli edecekti. Kim zerre kadar iyilik yapmışsa görecek, kim de zerre kadar kötülük yapmışsa görecekti. "Allah'ım huzurunda utandırma!" duası yankılandı gönül tepelerinde. Bu yankı karları çığa dönüştüren zelzele gibi titretti kalb yamaçlarını.
Üç mübarek âyet okumuş ve çok farklı âleme kanat açmıştı birkaç saniye içinde.
Birinci âyette nimetlerle dolu hayatı düşünüp Rabb'ine hamdetti. İkinci âyette Rabb'ini sena ile O'nun merhametini idrak etti. Üçüncü âyette azamet-i İlâhî'yi anlama ufkunda Rabb'ini tazim etti, O'nun azametini anladı. Bütün bunlar aslında bir büyük karşısında konuşma edebine çok güzel bir misaldi, İlâhî huzurda düşünme ve konuşmanın en mükemmel çizgisiydi.
Kapı açılmıştı.
Kendi hâline baktı, inananları düşündü. Acz ve fakr çizgisinde durdu. Allah'a imanını ilân etmeliydi. Şeytan'ın yapamadığını, insan olarak kendisi yapmalıydı.
Ve içten gele gele "İyyake nabudü ve iyyake nestain." (Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz) dedi. Bu, huzurda iki büklüm olma demekti. Hiçbir şeyi olmayanın, Her Şeyin Sahibi'ne iltica etmesiydi. İçini tarifi imkânsız bir huzur kapladı. Namaz yamaçlarında eşsiz bir hazine bulmuştu. Bu hazine, Allah'ın hoşnutluğundan başka bir şey değildi ve bu dünya hazinelerine değişilmezdi.
"O ân" yine alabildiğine genişledi. Aklı, kalbi, ruhu ve bütün varlığıyla ibadet hâlinde olduğunu hissetti. Sonra ibadet halkasına bütün inananları da dâhil etti. Âyette geçen "biz" kelimesinin sırrına erdi. İlk olarak nefsinin, ruhunun, aklının Allah'a muhtaç olduğunu, sonra iman eden bütün insanların Allah'a olan ihtiyaçlarını, son olarak bütün mahlûkatın Allah karşısında her ân isteme durumunda olduklarını idrak etti.
Kapı açıktı.
Artık isteme makamında idi. Ebedî saadetin anahtarı, huzurunda bunduğu Zat-ı Zülcelâl Hazretleri'nde idi.
İşte tam bu noktada; "İhdina's-sırata'l-müstakim" yıldızı belirdi. Yıldız, "sıratallezine en'amte aleyhim gayri'l-mağdubi aleyhim ve la'ddallin." parlaması ile aydınlattı her yeri.
"Bu kuluma aittir ve ona isteği verilmiştir."
Beyan-ı Subhanisi bu aydınlığı göz kamaştıran bir nura gark etti. Bu nur âleminde Allah'ın nimetlerine mazhar olanlar, Allah'ın kendilerini sevdiği kullar vardı. Onlar dosdoğru yolda hidayete ermişlerdi. Burada çektiklerine bedel onlar, ötede hüzün ve korku duymayacaklardı. Dalalet ve gazap ehlinden uzak, ebedî saadet saraylarında Kevser kâselerinde huzuru yudumlayacaklardı.
Zaman genişlendi yine ve perdeler açılmaya devam etti. Hidayet arzusu taştı, yüreğinden gözlerine.
Kendisinin ve sevdiklerinin kurtuluşları adına "Amin!" dedi.
"Kabul et Allah'ım! Bu Sen'in vadindir. Sen'in beyanına güvenerek Sen'den istiyorum. Benim mücrim varlığım Sen'in vadine gölge düşüremez." diyerek duanın enginliğine daldı.
Yorum Gönder