KIYAMET NE ZAMAN KOPAR ?


   KIYAMET NE ZAMAN KOPAR ?
Kıyamet ne zaman kopar?
Günümüzdeki en önemli tartışma konularından biri de bu: Kıyamet ne zaman kopacak? 2012 mi yoksa 2120 mi? Tüm kıyamet alametleri nerdeyse çıkmadı mı? İşte dünya herc-ü mec içinde, insanlar paraya tapar olmuşlar, hırstan ve kinden birbirlerini boğazlıyorlar. Dindarlar kötü görülüyor. Ve dünya her an üzerine aralıksız yağacak olan ve dünyayı dümdüz edecek olan göktaşlarını bekliyor. Ama daha vakit var.Hadislere göre kıyametten önce çok muhteşem bir altınçağ dönemi var.
Hz. Mehdi’nin ve Hz. İsa’nın zuhuru, İslam’ın son kez tüm dünyaya hâkim olması var. Bunun ardından öyle şiddetli bir bozulma olacak ki, kıyamet inkâr edenlerin başına kopacak. Bu da hadislerde 2120 yılına denk geliyor. Şimdi hadislerde yer alan kıyamet alametlerine bakalım.    
“Allah’ın Kitabı ar, İslam garip bir hale gelmedikçe kıyamet kopmaz.”
İbni Ebi Dünya ve Taberi’nin rivayet ettiği uzunca bir hadisten. Allah’ın kitabı, Adam mesela Kuran’ı saklıyor. Utanıyor Kitabı, Kuran’ı göstermekten. Allah’ın Kitabı ar konusu olunca, diyor. Mesela evinde görünür bir yerde tutmuyor Kitabı. Veyahut yazıhanesinde veyahut iş yerinde mesela lüks bir restoranda, lüks bir yerde Kuran’ın görünmemesine özen gösteriyor. Hâşâ, onu küçük düşürücü bir şey olarak görüyor. “Allah’ın Kitabı ar, İslam garip bir hale gelmedikçe kıyamet kopmaz.” İşte bu Hz. Mehdi’nin çıkış alametlerindendir.
“İnsanlar hayvanların birbirlerini yollarda boynuzladıkları gibi boynuzlamadıkça kıyamet kopmaz.” 
Yani saldırganlık, anarşi, kavga yaygınlaştığında. Hepiniz görüyorsunuz, arabalardan iniyorlar, sille tokat birbirlerine giriyorlar. Kafa atıyorlar birbirlerine, boynuzlama dediği o. Bakın, yaptıkları kavganın türüne varıncaya kadar peygamberimiz anlatmış. Ünlü hadislerden bir tanesi.
“Kalpler birbirinden nefret etmedikçe, fikirler ayrılmadıkça, öz kardeşler dinde ihtilafa düşmedikçe kıyamet kopmaz..”
“Kalpler birbirinden nefret etmedikçe”Mesela o onu sevmiyor, o onu sevmiyor.  Dışarı çıkıp baktığımızda birbirini seven insan çok nadir oluyor. Birbirinin yüzüne bakmıyor insanlar. Selam vermiyor, hal hatır sormuyor. Hâlbuki ne güzel Allah’ın kulları. Hepsine selam ver. Sevgi göster, muhabbet et. “Nefret etmedikçe” diyor. “Sen şu partidensin, ben bu partidenim, sen şu tarikattansın, ben bu tarikattanım.” Birçoğu bu yüzden nefret ediyor birbirlerinden.“fikirler ayrılmadıkça,  kardeşler dinde  ihtilafa  düşmedikçe” İşte bu cemaatlerin, mezheplerin birbirlerine olan ihtilaflarını Peygamberimiz açıklıyor. Ebû ed-Deylemî Huzeyfe’den açıklıyor bu hadisi. “kıyamet kopmaz.” Yani Mehdi’nin çıkış alameti.
“Liderlerin zulmetmesi, yıldızların doğrulanması ve kaderin yalanlanması kıyamet alametlerindendir…”
“Yıldızların doğrulanması,”Her yerde yıldız falı bakılıyor. Yıldız falı bakanlar hemen hemen her televizyon kanalına çıkıyor. İlk defa oluyor yıldız falına merak bu kadar. Gazetelerde, her yerde var. Her yerde yıldız falı var. “Ve kaderin yalanlanması” Hocalar, âlimler çıkıyor; “Kader diye bir şey yok” diyorlar. İlk defa televizyonlar, radyolar, ilahiyat profesörleri, “Kader diye bir şey yoktur” diyorlar. Açıkça ayet olduğu halde hem de bir tane, iki tane, üç tane değil. Allah alenen söylediği halde kabul etmiyorlar. “Kaderin yalanlanması kıyamet alametlerindendir.”  
“Ey Selman!” diyor Peygamberimiz (sav). “Ne zaman ki melikler seyahat, zenginler ticaret, fakirler dinlenmek, hafızlar gösteriş yapmak için hacca giderler işte o zaman kuyruğu bulunan bir yıldız zuhur edecektir.” 
İşte Halley kuyrukluyıldızı, Lulin kuyrukluyıldızı. İkisi de çıktı. Mehdi’nin zamanında çıkacak olan yıldız ve bu ahir zamanda Mehdi devrinde olacak alametlerden bir tanesidir. Şimdi hacca giden kardeşlerimiz oluyor, yani herkes biliyor adam seyahat etmek için istiyor. Karısıyla kızı çoluk çocuk doluşuyorlar. Samimi gidenleri tenzih ediyorum ama hakikaten alenen biliniyor; adam sırf gezmek için gidiyor. Orada zaten çok lüks oteller var, böyle turistik tesise dönüşmüş durumda bir yönüyle. Bak, diyor; “Melikler seyahat” Mesela adam başbakan veyahut cumhurbaşkanı, devlet başkanı maiyeti erkânıyla beraber ne için diyor; seyahat için. Değişiklik olsun, hani görmedik demeyelim diye.  Hacca da gitmedik demesinler diye oraya bir gidelim diyor, görelim diyor çoluk çocuk.“Zenginler ticaret için” diyor. Alışveriş için gidiyor, ticarete gidiyor, o arada da hac yapmış oluyor veyahut işte umre haccı yapmış oluyor. Ama mal götürüp mal getiriyor. Tabii hepsi değil, bir kısmı böyle. “Fakirler dinlenmek için” Çünkü az bir parası var. “Falanca seyahat örgütü” diyor, “Şirketi çok ucuza Umre seyahati ayarlıyormuş” diyor, “Hadi bakalım” diyor, çoluk çocuk falan ufaklıklar da hep beraber doluşuyorlar.  “Bir dinlenmiş oluruz, bir değişiklik olur.“ Hani bir görmüş oluruz şöyle.” İbadet kastıyla değil. “Hafızlar gösteriş yapmak için” İlmi olan âlimler, mesela sarıklı cübbeli falan, toplanıyorlar yüzlerce kişi bir arada birlikte resimler çektiriyorlar. Baştan sona kadar gösteriş. Anlata anlata bitiremiyorlar. Gösterişe dayalı oluyor. Bunun böyle olduğunu bilen on binlerce, milyonlarca insan vardır.  Ama samimi gidenleri tenzih ediyorum.
Hadisin ahir zamanda böyle aynısıyla zuhur etmesi çok muhteşem. Çünkü daha önce hacca gitmesi için bir insanın ya deveyle ya atla, ya da yürüyerek gitmesi gerekiyordu. Yani hakikaten samimi gitmesi gerekiyordu. Ama şu an evin önünden onu araba alıyor, minibüs havaalanına götürüyor. Havaalanından da otobüsle uçağa götürüyorlar. Uçağa biniyor, uçaktan iniyor. Oradan da arabayla alıp oteline götürüyorlar. Son derece kolay. Artık seyahat için, eğlenmek için, değişik yerler görmek için, hediyelik eşya almak için, çoluk çocuk dinlenmek için, yüksek binalardan Kâbe’ye bakabilmek için bir fırsat çıkmış oluyor. Biraz da parası oldu mu, zaten ucuz da, çok ucuza mal alıyor. Eskiden çok para gerektiriyordu. Çünkü çok uzun yollar gitmesi gerekiyordu. Konaklama masrafları, yol masrafları çok tutuyordu.  Şu an çok ucuza bu olay gerçekleşiyor. Dolayısıyla sadece ahir zaman ait bir konu olduğu ve Mehdi devrine ait olduğunu görüyoruz. Daha önce böyle bir hac imkânı yoktu.  İlk defa bu yüzyılda böyle bir hac imkânı ortaya çıktı. Hatta son yıllarda değil mi, umre haccı son derece kolaylaştı. Fakat ayrıca diyor ki Peygamberimiz kuyruğu bulunan bir yıldız zuhur edecektir yani kuyrukluyıldızların çıktığı vakitte. Yani bu yüzyılda. İki şey bir arada. Teknoloji, bilim açısından, ilmi vasıtalar açısından, teknolojik vasıtalar açısından, para açısından, organize faaliyetler açısından, turistik faaliyetler açısından bu yüzyıl ilk defa böyle müsait oldu. Son yirmi yıl özellikle son otuz yıl çok müsait oldu. Ve kuyruklu yıldızlar bu devirde çıktı. İki kuyrukluyıldız birden. Mehdi devrini Peygamberimiz ne kadar net açıklamış. Samimi hacca gidenleri tenzih ederim.
“Suretlerin maymun veya domuza dönüşmesini, gökten taş ve benzerlerinin yağmasını bekleyin!” 
Suretlerin maymun veya domuza dönüşmesi diyor hadiste. Yani insanların güzelliğinin azalması. Hakikaten insanların güzelliği azaldı. Eskiden güzel insan çok fazlaydı. Hatta benim çocukluğumda çok çok fazlaydı güzel insan. Ama suretler değişecek diyor Peygamberimiz, yani insanların suretlerinde bozulma olacak diyor. Bir de bir kısım insanların yüzü de maymun veya domuza dönüşecek diyor. Yani son derece nursuz ve dışarıdan baktığımızda domuz gibi görünüyor. Veyahut maymun gibi yüzündeki ifade. Bütün dünyada böyle bir felaket oldu. Yani nesiller bozuldu. Allah insanlardan güzelliği aldı. Bizim milletimiz güzel millettir imanlı olduğu için. Ama iman olmayan yerlerde insanların güzelliği kalmadı. Gökten taş ve benzerlerinin yağmasını bekleyin. Gökten taş yağıyor, başka?  Bomba yağıyor. Değil mi, bakın, her yerde gökten bomba yağıyor. Suriye’de, Irak’ta her yerde Afganistan’da binlerce ton bomba insanların başına yağdı. Taş da yağıyor. Çünkü bomba patladı mı taşı havaya kaldırıyor. Taşı, toprağı havaya kaldırıyor. Binlerce kilo taş gökyüzünden insanların üstüne yağıyor ve bomba yağıyor. Taş ve bomba, şu an öyle. Çünkü her bomba patladığında yüzlerce, binlerce kilo taşı, toprağı, kayayı alıp yüzlerce metre ileriye fırlatıyor. Evlere, camlara, duvarlara her yere bunlar isabet ediyor. İnsanın başlarına yağıyor bu taşlar. Her yeri birbirine katıyor.
“Milletin lideri, o milletin en alçağı olduğunda bu kıyamet alametidir”diyor. Mesela Stalin en alçağıydı, Hitler en alçağıydı, Kaddafi en alçağıydı, Hüsnü Mübarek en alçağıydı. Hepsi kendi halkına zulmetti, çoluk çocuk demeden katlettiler. Tabii bu liderlerin arasında iyileri de var. liderler de var.
Bakın hadiste, “mescitlerde sesler yükseldiği vakit” diyor. Mescitlerde Kuran okunuyor, bağıra bağıra insanlar konuşuyorlar. Her mescitte mukabele oluyor, birçoğunda Kuran okunuyor. Hâlbuki Allah Kuran okunduğunda susun ve dinleyin diyor. Camide bağırarak konuşulmaz. Fısıltıyla da konuşulmaz. Cami de konuşulacak yer değildir. Kuran okunurken sessiz dinlenilir. Hemen hemen camilerin büyük bölümünde ben bunu görüyorum.  Bu da bir kıyamet alametidir ve Mehdi’nin çıkış alametidir Kuran okunurken insanların yüksek sesle konuşması kıyamet alametlerindendir.
 

MEDHDiYET VE iSTANBUL ARASINDAKi SAHANE BAGLANTILAR AÇIGA ÇIKACAK SIRLAR...


   Mehdiyet ve İstanbul arasındaki şahane bağlantılar, açığa çıkacak sırlar…

Mehdiyet ile İstanbul arasında şahane bağlantılar, açığa çıkmayı bekleyen sırlar var. İstanbul öyle bir şehir ki, Fatih Sultan Mehmet’in fethinden sonra şimdi de Hz. Mehdi’nin manen fethine hazırlanıyor. İstanbul’da yaşanan her olay, tepelere dikilen kırmızı bayraklar, yapılması planlanan görkemli cami, hepsi Hz. Mehdi’nin zuhuruna kilitleniyor. Bildiğiniz gibi peygamberimiz hadislerinde Hz. Mehdi’nin İstanbul’u manen fethedeceğini şöyle bildiriyor:
Beldeler onun emrine girer. Allahu Teala onun elinde Konstantiniyye'nin fethini müyesser kılar. 1
İşte Hz. Mehdi’nin İstanbul ile bağlantısını gösteren diğer hadisler:
Allah Konstantiniyye'yi (İstanbul'u) çok sevdiği dostlarının eliyle fethedecek... Onlardan hastalığı ve üzüntüyü kaldıracak. 2
…Muhtelif ülkelerden birçok âlim, birbirlerinden habersiz şekilde Mehdi'yi aramak üzere yollara çıkacak ve her birisine 310 kadar insan refakat edecek. Sonunda hepsi de Mekke'de buluşurlar ve birbirlerine, buraya ne için geldiklerini sorduklarında hepsi de: “Bu fitneyi önleyecek ve Konstantiniyye'yi fethedecek olan Mehdi'yi arıyoruz, çünkü biz onun babasının, anasının ve ordusunun isimlerini öğrendik. Şeklinde cevap verdiler. 3
Mehdi, Konstantiniyye ve Deylem Dağını fethedecektir. 4
Dünyadan hiçbir zaman kalmayıp ancak tek bir gün kalsa bile o günde benim soyumdan bir zatın Deylem Dağına (yahut eyaletine) ve Konstantiniyye şehrine sahip olması için Allah muhakkak o günü uzatacaktır. 5
Resulullah şöyle buyurdu: “Ümmetimde 30 tane deccal gelecek”Mehdi ile mücadele etmek için.“30’a yakın deccaller zuhur etmedikçe kıyamet kopmaz” İçlerinde kadınların da bulunduğu deccaller. “Sonları şaşı deccal olan 30 yalancı deccal çıkmadıkça kıyamet kopmaz” En son çıkan deccal de en büyüğü oluyor Mehdi devrinde, 30 deccal çıkıyor. O kadar çok ki bu konuda hadis. “30 veya 30’dan fazla yalancı deccal gelecektir.” “Alametleri nedir? Dendiğinde alametleri size üzerinde olmadığınız bir yol gösterecekler.” Yani yobazlık yolunu, Kuran’ın dışında yollar, hurafeler gösterecekler. “Yolunuzu değiştirmeye çalışacaklar” Yani sizi Kuran’dan saptırmaya çalışacaklar. Kuran’ın dışında uydurma inançlara çekmeye çalışacaklar.“Kendilerini gördüğünüz zaman onlardan uzaklaşın” diyor Peygamberimiz, yani yobaz güruhunu gördüğünüzde onlardan uzaklaşın.
“Allah İstanbul’u çok sevdiği dostlarının eliyle fethettirecektir.”Çok sevdiği diyor Peygamberimiz. Yani Mehdi ve talebelerinin yüzü suyu hürmetine manen İstanbul fetholacak diyor. Her yer imanla coşacak.“Onlardan hastalığı ve üzüntüyü kaldıracak.” Demek ki Mehdi talebeleri de, o devirdeki Müslümanlar da yoğun olarak hastalık ve üzüntüyle imtihan olacaklar. Hastalıklar çoğalacak demek ki Mehdi devrinde. Göğüs koası ve birçok hastalık Mehdi devrinde artıyor bir bela olarak ve imtihan olarak. Yani Allah’ın sınaması olarak. “ve üzüntü” Teröre üzülüyorlar, hayat pahalılığına üzülüyor, evladına üzülüyor. Üzülmedik bir konu  kalmıyor.“Hastalığı ve üzüntüyü kaldıracak.” Diyor Cenab-ı Allah Mehdi çıktıktan sonra. Hasta tek tük çok az hasta kalacak. Üzüntü yeryüzünden kalkıyor.
 “Kostantiniye’nin (İstanbul’un) yedi tane suru vardır” diyor hadiste. “Hepsi Mehdi tarafından fetholacak.” Diyor. Yani ilmi olarak ne kadar güçlü ne kadar kuvvetli bir atak yapılacağını gösteriyor bu hadisler.
“Mehdi sabah namazında abdest almak için deniz yanındaki sancağı dikecek. Su ondan uzaklaşacak ve açılan yoldan geçip insanlar şöyle bağıracak.”“Su ondan uzaklaşacak.” Demek ki ne yapacaklar? Denizi dolduracaklar. “…ve açılan yoldan…” diyor. Birçok yerde deniz dolduruldu Boğaz’da. Hatta birçok insan buna karşı çıktı. “…ve açılan yoldan geçip…” demek ki o yollarda gelip gidiyor mübarek. Resulullah ne kadar detay bildiriyor.
 “Kalenin duvarları sarsılacak” diyor İstanbul’da. Demek ki atakları güçlü olacak, ilmi atakları. Sonra bir daha tekbir getirecekler. Bu defa sarsıntı biraz daha şiddetli olacak. Gittikçe dozu artan bir ilmi faaliyet içinde olduğunu anlıyoruz Mehdi’nin. Demek ki ilkinde o kadar değil. Gittikçe dozu artan bir ilmi atak ve çalışma içinde olduğunu anlıyoruz.“Üçüncü tekbir getirdiklerinde” ki Mehdiyet üç safhalı. “On iki burç yerle bir olacak.“ diyor. Yani on iki kale. Yusuf Suresi’nde de buna dikkat çekilmiştir. On bir yıldız ve Güneş yani on iki. On iki Mehdiyette çok önemlidir. “Camiler yapacaklar.“ Diyor Mehdi döneminde. Cami biliyorsunuz Kehf Suresi’nde de belirtilmiş; üstlerine bir mescit yapacağız, diyorlar. Demek ki Mehdi’nin bulunduğu bir mekanda, bir yerlerde büyük ve anlamlı bir cami yapılacak. Çamlıca’da yapılan camiye işaret, inşaAllah. “Derken tam bu sıralarda bir ses duyulacak.” Bir konuşma, sayha, haberler yayılacak.“Sizden sonra Deccal gelip Şam’da çocuklarınızın başına bela olmuş.” Şam’da yani Suriye’de katliam başlayacak diyor. Tam bu devirde Mehdi İstanbul’da görev yaparken. Görüyor musunuz, nasıl anlatıyor Peygamberimiz olacak olayları? Yobaz takımı anlamazdan geliyor. İstediğiniz kadar gizleyin, duyulacak. “...çocuklarınızın başına bela olmuş.” Şimdi Suriye hükümeti Müslümanların başına bela oldu. “Sonra Roma üzerine yürüyecekler” diyor…
Kaynaklar:
  1. (Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, sf. 56)
  2. (Kıyamet Alametleri, sf. 181)
  3. (Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, sf. 40)
  4. (El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, sf. 27)
  5. (Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, sf. 74)
 

BiLiNMEYEN ATATÜRK.


Fotoğraf: Fatihin Torunları

BİLİNMEYEN  ATATÜRK.

Atatürk üzerine yazılanları dikkatle okuyorum. Çok defa görüyorum ki, Atatürk Türkiye’de yeteri kadar tanınmıyor. Eğer göğüslerimize Atatürk rozeti takmak, şuraya buraya “Atam izindeyiz!” diye yazmaksa, sonra Anıtkabir’e koşmaksa, saygı duruşunda bulunmaksa… alacağımız numara 10 üzerinden 10’dur. Eğer Atatürkçülük Atatürk’ü okumaksa, anlamaksa ve O’nun ifadesiyle: “Türkiye’yi çağdaş medeniyet seviyesine ulaştırmak için çalışmaksa, kafa yormaksa”… Vah bize, vahlar bize!
Ben, Atatürk üzerine yazılan kitaplardan sadece 90 kadarını okuyabildim. Kütüphanemde, aynı konuda 10 kitap daha var. Onları da okuduktan sonra: “Artık yeter!” diyeceğim. Okuduğum 90 kitaptan 40 kadarını, Kültür Bakanlığında müsteşar yardımcısı olduğumda, Bakanlık yayınları arasında bastırmış, tashihlerini de ben yapmıştım.
Bana göre, Atatürk’ü okumadan, bilmeden sevmek, havaya yazı yazmak gibi bir şeydir. Bazı şairlerimizin, Atatürk’ün sarı saçlarına, mavi gözlerine, ince kalem kalem parmaklarına… şiirler yazmaları, faydasız inleyişlerdir. Bazı şairlerimizin ve kalemlerimizin, Atatürk’ü bir “ilâh” gibi göstermeleri, Kemalizmi yeni bir din olarak ele almaları, çok tehlikeli, çok zararlı faaliyetlerdir. Atatürk düşmanlığına zemin hazırlamaktır.
Çok yazdığımı biliyorum ama yine de tekrar ediyorum. Dünyada en az okuyan milletlerin başında, maalesef biz de varız. Evlerimizin % 95’i kitapsız ve kütüphanesizdir.
Evlerinde kitap ve kütüphane bulunan kimselerin çocukları da Türkçemizin durmadan tasfiye edilmesi, budanması yüzünden o taşlaşan kitapları okuyamamakta, anlayamamaktadırlar. Okumadan, bilmeden, araştırmadan Atatürkçülük olur mu?
Resmî rakamlara göre, Almanya’da, bir yılda bin kişi için 2700 kitap basılmaktadır. Fransa’da 1100 kitap, Japonya’da 1000 kitap, Türkiye’de ise bir yılda bin kişi için sadece 7 (yedi) kitap gün yüzüne çıkmaktadır. Bu nasıl bir çiledir? Bu nasıl bir karanlıktır!..
Ben bir ara, MEB’de, Bakanlıklar Arası Ortak Kültür Komisyonu Başkanlığı yaptım. Yurt dışına gitmek için yazılı imtihanlardan geçen öğretmenlerimizi, bir de yüz yüze konuşarak değerlendirmek istedik. Bir gün 100 öğretmenimizi Atatürk konusunda tanımak istedim. Bir defa değil, bin defa yemin ederek yazıyorum.
- Atatürkçü müsünüz? sorusuna 100 öğretmenimiz de “Evet! Elbette!” diyerek cevap verdi. Onlara tekrar sordum.
- Atatürk’ün NUTUK isimli eserini okudunuz mu? NUTUK kaç cilttir? Bir tekinden bile cevap alamadım. Sonra gördüm ki, bırakın NUTUK’u hiçbir öğretmenimiz Atatürk üzerine yazılan bir tek kitap okumamıştır, bırakın okumayı, hiçbir öğretmenimiz, Atatürk üzerine yazılan bir kitap ismi söyleyememektedir. Böyle Atatürkçülük olur mu?
Yarın, Atatürkçülük adına işlenen cinayetlerden bahsedeceğim…

Yavuz bülent bakiler/Türkiye  Gazetesi   BİLİNMEYEN ATATÜRK.
Atatürk üzerine yazılanları dikkatle okuyorum. Çok defa görüyorum ki, Atatürk Türkiye’de yeteri kadar tanınmıyor.
Eğer göğüslerimize Atatürk rozeti takmak, şuraya buraya “Atam izindeyiz!” diye yazmaksa, sonra Anıtkabir’e koşmaksa, saygı duruşunda bulunmaksa… alacağımız numara 10 üzerinden 10’dur. Eğer Atatürkçülük Atatürk’ü okumaksa, anlamaksa ve O’nun ifadesiyle: “Türkiye’yi çağdaş medeniyet seviyesine ulaştırmak için çalışmaksa, kafa yormaksa”… Vah bize, vahlar bize!

Ben, Atatürk üzerine yazılan kitaplardan sadece 90 kadarını okuyabildim. Kütüphanemde, aynı konuda 10 kitap daha var. Onları da okuduktan sonra: “Artık yeter!” diyeceğim. Okuduğum 90 kitaptan 40 kadarını, Kültür Bakanlığında müsteşar yardımcısı olduğumda, Bakanlık yayınları arasında bastırmış, tashihlerini de ben yapmıştım.

Bana göre, Atatürk’ü okumadan, bilmeden sevmek, havaya yazı yazmak gibi bir şeydir. Bazı şairlerimizin, Atatürk’ün sarı saçlarına, mavi gözlerine, ince kalem kalem parmaklarına… şiirler yazmaları, faydasız inleyişlerdir. Bazı şairlerimizin ve kalemlerimizin, Atatürk’ü bir “ilâh” gibi göstermeleri, Kemalizmi yeni bir din olarak ele almaları, çok tehlikeli, çok zararlı faaliyetlerdir. Atatürk düşmanlığına zemin hazırlamaktır.

Çok yazdığımı biliyorum ama yine de tekrar ediyorum. Dünyada en az okuyan milletlerin başında, maalesef biz de varız. Evlerimizin % 95’i kitapsız ve kütüphanesizdir.
Evlerinde kitap ve kütüphane bulunan kimselerin çocukları da Türkçemizin durmadan tasfiye edilmesi, budanması yüzünden o taşlaşan kitapları okuyamamakta, anlayamamaktadırlar. Okumadan, bilmeden, araştırmadan Atatürkçülük olur mu?

Resmî rakamlara göre, Almanya’da, bir yılda bin kişi için 2700 kitap basılmaktadır. Fransa’da 1100 kitap, Japonya’da 1000 kitap, Türkiye’de ise bir yılda bin kişi için sadece 7 (yedi) kitap gün yüzüne çıkmaktadır. Bu nasıl bir çiledir? Bu nasıl bir karanlıktır!..

Ben bir ara, MEB’de, Bakanlıklar Arası Ortak Kültür Komisyonu Başkanlığı yaptım. Yurt dışına gitmek için yazılı imtihanlardan geçen öğretmenlerimizi, bir de yüz yüze konuşarak değerlendirmek istedik. Bir gün 100 öğretmenimizi Atatürk konusunda tanımak istedim. Bir defa değil, bin defa yemin ederek yazıyorum.
- Atatürkçü müsünüz? sorusuna 100 öğretmenimiz de “Evet! Elbette!” diyerek cevap verdi. Onlara tekrar sordum.
- Atatürk’ün NUTUK isimli eserini okudunuz mu? NUTUK kaç cilttir? Bir tekinden bile cevap alamadım. Sonra gördüm ki, bırakın NUTUK’u hiçbir öğretmenimiz Atatürk üzerine yazılan bir tek kitap okumamıştır, bırakın okumayı, hiçbir öğretmenimiz, Atatürk üzerine yazılan bir kitap ismi söyleyememektedir. Böyle Atatürkçülük olur mu?
Yarın, Atatürkçülük adına işlenen cinayetlerden bahsedeceğim…

Yavuz bülent bakiler/Türkiye Gazetesi
 

TÜRKLER DÖNÜYOR ! - ERGÜN DiLER


Ergün Diler      TÜRKLER DÖNÜYOR ! - ERGÜN DİLER
Yıl 1994...
Bir şirketin genel müdürü, yardımcıları ile birlikte Romanya'ya gider. Kereste fabrikası almak ya da kurmak niyetindedir.
Bir Rumen bayan, "Siz kimsiniz, nereden geldiniz?" diye sorar.
İyi giyimli şık yönetici, "Türk'üz, Türkiye'den geldik" der.
Bunun üzerine Romen bayan, az ötedeki arkadaşına bağırır: "Natali gel bak, efendiler geri geliyor!"
Balkanlar'dan, Kafkasya'dan, Arap illerinden çekilerek ANADOLU'yu son KALE olarak bilen insanlar için çok önemlidir "geri gelmek" sözü...
Çünkü Türkler'in geri gelebilmeleri için neredeyse 100 yıl beklemeleri gerekti!
Bu kadar beklemenin sebebi bizim basiretsizliğimiz kadar adamların uzun vadeli planları başarıyla yapmalarıydı... 'KIZIL SULTAN' Abdülhamit, İngilizler'in Makedonya'da kurulan GİZLİ ÖRGÜTLERLE devlete sızdığını fark etti. Zaten HAFİYE teşkilatına çok önem vermesinin bir nedeni de buydu! Osmanlı'nın yetiştirdiği SUBAYLAR bir bir yabancı etkisine girerken Padişah isyan ediyordu! Abdülhamit, devleti yıkıma götürecek büyük savaşın geldiğini de görüyordu! Bu nedenle ilk iş olarak altında petrol denizi bulunan arazileri ÖZEL mülkü yaptı.
Adım adım gelen tehlikeyi hissediyordu. Elinden gelen bütün hamleleri oynadı. Ancak yetmiyordu!
İngilizler, Osmanlı'nın beynini, adamları tarafından ele geçirseler de yine de İSTANBUL'a güvenmiyorlardı!
Onların istedikleri yüzde 100 İTAATTİ! İşte 100 yıl sürecek oyunun o dönemde temeli atıldı. Osmanlı'nın bir TESPİH, İslam'ın da İMAME olduğunu biliyorlardı. Londra'da alınan kararla HALİFELİK el değiştirecekti.
Şerif Hüseyin ve casus Lawrence el birliğiyle bunu başardı. Müslüman Araplar, Halifeye karşı bayrak açtı.
Amaç tespihin dağılmasıydı. Zor oldu, ama oldu. Osmanlı dayanamadı. Üç kıtada hüküm süren devlet, Anadolu'ya sıkışıp kaldı. Halifelik ortadan kalkarken VAHABİLİK hayat buldu. Cetvelle çizilen devletler, başlarına getirilen piyonlar, savaştan önce yazılan senaryoya tıpatıp uyuyordu!
Osmanlı'dan kopan topraklarda 100 yıl huzur olmayacaktı. Hoş; isteyen de yoktu! Bunun için işi şansa bırakmadılar! Londra'nın emriyle, Abdülhamit'in vermeye yanaşmadığı Filistin topraklarına YAHUDİ akını oldu. Amaç, orada kurulacak bir İSRAİL'le huzuru tamamen ortadan kaldırmaktı! Öyle de oldu. Osmanlı dağıldı, birçok ülke ortaya çıktı, İsrail çıbanbaşı olarak sivrildi, mezhep çatışmaları körüklendi, satın alınan liderler burnunun dibini göremedi!
Adamlar bir HAMLEYLE bölgeyi ateşe verdi. PETROL onların evine akarken, bölge 'KAN'la beslendi!
Bir asırlık bu iklim OBAMA'NIN GÖREVE GELMESİYLE BİRLİKE DEĞİŞMEYE BAŞLADI.. Çünkü onu görev getirenler BÖYLE BİR DÜNYA istemiyordu.
Yahudi patronları kalkan olarak kullanan Londra, perde arkasından PARSAYI topluyordu! ABD'deki ünlü Musevi lobisi bunlara kayıtsız destek veriyordu. Neo-Conlar da geri durmayıp devletin desteğini cömertçe sunuyordu!
İlk hamle Obama'yı getiren gücün partneri PUTİN'den geldi. Koltuğa oturur oturmaz YAHUDİ OLİGARKLARI tek tek topladı.
Paralarına el koydu. Bir kısmını içeri attı, bir kısmının da kaçmasına göz yumdu. Putin'den sonra Atlantik'in öte yanında paranın el değiştirmesi gerekiyordu. İlk operasyon MORTGAGE kriziydi. Parayı elinde tutanlar batırıldı. ABD devleti, bilgisayar başında SERVET kazananlara savaş açmıştı. İlk operasyon başarıyla gerçekleşti. İki dev ülke ödevlerini yerine getirirken kilit ülke TÜRKİYE idi... Hem İttihat ve Terakki kalıntılarının kazınması, hem Londra'nın zorla uygulattığı katı LAİKLİĞİN yumuşaması gerekiyordu. Çünkü iki süper gücün İslam alemini yönetmek için bir becerisi yoktu! O beceri, İngilizler tarafından yok edilmeye çalışılan Türkler'in elindeydi!
İşte KÜRESEL ANLAŞMA bu zorunluluktan doğdu. ABD ve RUSYA, Türkiye'siz yapamayacağını anladı. Ortaklığın temeli böyle atıldı! Moskova gazı elinde tutacak, Ankara petrolleri kontrol edecek, Washington da teknolojiyi paylaşıp Avrupa ve Çin'den korunacaktı!
Zaman zaman ABD'nin Ankara'daki eski kalıntıları sorun çıkarsa da bunlar derdest edildi.
Özellikle İngilizler, ABD'nin içine kadar sızmayı becermişti! Çok önemli ABD'liler bile istemeden Londra'ya hizmet eder hale gelmişti!
Yıllardır geri planda kalan Türkiye, 16 devlet kurmanın genetik mirasıyla içindeki ayrık otlarını çok çabuk temizledi. Ergenekon ve Balyoz bu yönde atılmış iki önemli adımdı!
Herkesin devlette DOSYASI olduğu gerçeği bu kez işleri hızlandırıyordu!
Demirel'in dediği gibi "Devlette tek sayfa evrak bile kaybolmaz" sözü bir kez daha hayata geçiyordu!
Türkiye, temizliğini yaptıkça Tel Aviv'den ayrıldı. Türkiye, evin içini temizlediğinde ARAP BAHARI başladı. Despot liderlerin yönettiği ARAP ÜLKELERİ özgürlük ateşine sahip çıktı. Liderler devrildi. Rejimler değişti. İsrail'in kalkanı olarak kurulan ülkelerde artık başka sesler yükselmeye başladı. HUZUR, bir süre sonra Tel Aviv için lüks haline gelecekti!
Perde arkasında çekilen kılıçların şakırtısını duymuyorduk ama hissediyorduk! Obama, koltuğa oturduktan sonra ilk ziyaretini 2009'da Türkiye'ye yaptı. İslam alemine Mısır'dan seslendi! Mesaj açık ve netti: ABD İslam'ın düşmanı değil!
Aynı Obama, Yahudi lobilerinin desteklediği Romney'i geçip ikinci kez başkanlık koltuğuna otururken ilk ziyaretini ezilen Müslümanlar'ın bulunduğu MYANMAR'a yapacağını duyurdu! Başkan yine dünyayı şaşırtıyordu! Daha doğrusu İsrail'i çıldırtıyordu!
Obama, geziden önce KRALİYET BİRLEŞİK HİZMETLERİ ENSTİTÜSÜ'nün en prestijli ödülü olan "Chesney Altın Madalyası"na layık görülen CIA BAŞKANI Petraeus'u görevden alıyordu!
Kazanova Petraeus'un, Winston Churchill ve Margaret Thatcher'e verilen ödülü alması için biraz zamana ihtiyacı olacaktı!
Obama, gezi planını açıkladıktan bir süre sonra İsrail bunu PROTESTO etmek için GAZZE'ye ateş yağdırdı.
Patlayan bombalar "Bizsiz dünya hayal, bundan vazgeçin" anlamı taşıyordu!
İsrail'e "saldırı" emri veren güç, Kürtler'e de "Türkiye'yi karıştırın" direktifini iletiyordu. Gariptir o günlerde zehirlenen Putin de bütün planlarını ve gezilerini iptal ediyordu!
Neyse...
68 gün süren açlık grevleri, Öcalan'ın "yeter" demesiyle son buluyordu!
Açıklama böyleydi!
Öcalan'ın sözleri etkisini gösterirken Şemdinli'den ŞEHİT haberi geliyordu. O güç "Patron sen değilsin, benim" diyordu! Ya da Ankara'ya "Açlık grevlerini bitirmek için beni kıskaca alsanız da PKK'dan elimi çektiremezsiniz" mesajını veriyordu!
Ankara, Londra'nın oyunlarını bozarken Erdoğan Mısır'da, İsrail'i ve İsrail'in saldırılarına sessiz kalan herkesi uyarıyordu! Hem de çok sert bir dille...
İşte yazının başında Rumen bayanın söylediği "Türkler geri geliyor" sözü artık resmen hayat buluyordu!
Türkler'in geri gelmesi, önceki düzenin yıkılması demekti! Yaşanan mücadele büyüktü...
III. Dünya Savaşı perde arkasından yürüyordu. İnsanlar bunu göremese de Mısır'da Başbakan Erdoğan'ı selamlamak için yol kenarına dizilen binlerce Mısırlı genç bir şey söylüyordu: "Siz yürüyün.
Arkanızda biz varız!" İçeride bazıları hala anlamasa da o yürüyüş başladı... Kervana katılmayanlara dikkat edin!
Farklı kutuplarda gibi görünenlerin el birliği ile kervanı sabote etmeye çalıştığını göreceksiniz!
Ama burası Türkiye... Buradan çıkış yok!
 

DÜNYADA EN ÇOK OKUNAN SiiR ! ; ANLAR


DÜNYADA EN ÇOK OKUNAN ŞİİR ! ;ANLAR
jorgeluisborges Dünyada En Çok Okunan Şiir Jorge Luis BORGES  Anlar
ANLAR
Eğer, yeniden başlayabilseydim yaşamaya,
İkincisinde, daha çok hata yapardım.
Kusursuz olmaya çalışmaz, sırtüstü yatardım.
Neşeli olurdum, ilkinde olmadığım kadar,
Çok az şeyi
Ciddiyetle yapardım.

Temizlik sorun bile olmazdı asla.
Daha çok riske girerdim.
Seyahat ederdim daha fazla.
Daha çok güneş doğuşu izler,
Daha çok dağa tırmanır, daha çok nehirde yüzerdim.
Görmediğim bir çok yere giderdim.
Dondurma yerdim doyasıya ve daha az bezelye.
Gerçek sorunlarım olurdu hayali olanların yerine.
Yaşamın her anını gerçek ve verimli kılan insanlardandım ben.
Yeniden başlayabilseydim eğer, yalnız mutlu anlarım olurdu.
Farkında mısınız bilmem. Yaşam budur zaten.
Anlar, sadece anlar. Siz de anı yaşayın.
Hiçbir yere yanında termometre, su, şemsiye ve paraşüt almadan,
Gitmeyen insanlardandım ben.
Yeniden başlayabilseydim eğer, hiçbir şey taşımazdım.
Eğer yeniden başlayabilseydim,
İlkbaharda pabuçlarımı fırlatır atardım.
Ve sonbahar bitene kadar yürürdüm çıplak ayaklarla.
Bilinmeyen yollar keşfeder, güneşin tadına varır,
Çocuklarla oynardım, bir şansım olsaydı eğer.
Ama işte 85′indeyim ve biliyorum…
ÖLÜYORUM…

Jorge Luis BORGES
 

OSMANLI TUGRASININ ÜZERiNDEKi 30 SEMBOLÜN ANLAMI...!


   OSMANLI TUĞRASININ ÜZERİNDEKİ 30 SEMBOLÜN ANLAMI...!
Osmanlı tuğrasının üzerinde tam 30 tane motif var ve hepsinin bir anlamı var. Bugün sizlere öğrendiğim bu son derece ilgi çekici bilgileri paylaşmak istiyorum. Şu anda Topkapı Sarayı Harem girişindeki bölümde sergilenmekte olan Tuğra, Sultan II. Abdülhamid’e aittir. Bu da eserin bu son halinin 1876-1909 yılları arasında yapıldığını gösteriyor. Osmanlı Arması 18. asır sonlarında meydana gelmeye başlayıp, karakteristik özelliklerini II. Abdülhamit Padişah devrinde kazanmıştır. Devletin unsurlarını armaya yerleştirme fikri bu devirde ön plana çıkmıştı. Arma çok farklı fonlarda da olabiliyor. Ama temel özellikleri hemen hemen aynıdır. Tuğrada saltanat ve orduyu temsil eden motifler kullanılmıştır.

İlk armanın ortaya çıkışı şöyle: 

İngiltere’de 1346'da Kral III. Edward tarafından Dizbağı Nişanı'nın geleneği ortaya çıkarılmıştı. Bu gelenekte şöyle bir uygulama vardır: Nişanı alan kişi ya da hükümdarların armaları Londra'da Windsor Sarayı'nda bulunan Saint George Kilisesi'nin duvarında asılmaktadır. Ancak o zamanlarda Osmanlı Padişahı'nın arması henüz bulunmamaktadır. Bunun üzerine Kraliçe Victoria, Prens Charles Young ismindeki arma uzmanını Osmanlı için arma tasarlamak üzere görevlendirir. İstanbul'a gelerek araştırmalarda bulunan Young'a, Etyen Pizani isminde bir tercüman yardımcı olur.'

İngiliz tasarımcı, padişahlık alameti olan saltanat kavuğunu, sorgucu, ay-yıldızlı sancağı ve tuğrayı ön plana çıkararak bir arma hazırlar. Bir yılda hazırlanan arma, Osmanlı Devleti'nin Londra Sefiri Kostaki'ye teslim edilir. Kostaki tarafından İstanbul'a gönderilen arma çizimlerini Sultan Abdülmecit de beğenir. Bu şekilde oluşan Osmanlı Devleti arması İngiltere'nin Saint George Kilisesi'ndeki yerini alır. Kraliçe Victoria'nın Charles Young'a tasarlattığı arma, Sultan II. Abdülhamit döneminde ise terazi ve silahlar eklenerek son şekline kavuşmuş olur.

İşte Osmanlı tuğrasının üzerindeki 30 sembolün anlamı:  

1- Tuğranın etrafındaki güneş motifi, padişahın güneşe benzetilmesinden ileri gelir.

2- II. Abdülhamit'in tuğrasıdır.

3- Sorguçlu serpuş: Osman Gazi”yi ve tahtı temsil eder.

4- Yeşil Hilafet sancağı.

5- Süngülü tüfek: Nizam-ı Ceditle birlikte Osmanlı ordusunun asıl silahı olmuştur.

6- Çift taraflı teber.

7- Toplu tabanca.

8- Terazi: şeşper ve asaya asılıdır, adaleti temsil eder.

9- (Üstte) Kuran-ı Kerim. (Altta) Kanunnameler.

10- Nışan-ı al-i imtiyaz: Devlet adına faydalı işlerde bulunmuş ilim adamları, idareci ve askerlere veriliyordu.

11- Nışan-ı Osmani: Sultan Abdülaziz Han tarafından 1862'de ihdas edilmiş olup, devlet hizmetinde üstün başarı sağlayanlara verilirdi.

12- Asa ve şeşper

13- Çapa, Osmanlı denizciliğini temsil eder.

14- Bereket boynuzu

15- Nışan-ı iftihar

16- Yay

17- Mecidi nişanı

18- Borazan, modern mızıka takımının kullandığı çalgı aletidir

19- Şefkat nişanı, 1878'de II. Abdülhamit Han tarafından ihdas edilmiş olup; savaş zamanında, büyük afetlerde devlete, millete hizmet eden kadınlara verilirdi.

20- Top gülleleri (Bazı armalarda bulunmuyor.)

21- Kılıç

22- Top, topçu ocaklarını temsil eder.

23- El siperlikli tören kılıcı: bu kılıç klasik Türk kılıcı olmayıp, o devirdeki subaylar tarafından kullanılırdı.

24- Mızrak.

25- Çift taraflı teber, orduda üst düzey görevliler tarafından üstünlük sembolü olarak kullanılmıştır.

26- Tek taraflı teber (balta)

27- Bayrak

28- Osmanlı sancağı

29- Mızrak: Son dönem mızraklı süvari alaylarını remz eder

30- Kalkan, Ortasında stilize edilmiş bir güneş motifi var. 12 yıldız: Rivayete göre bu 12 yıldız 12 burcu temsil eder. Güneş bu burçlar üzerinde hareket eder.
 

ATATÜRK'ÜN VASiYETi NEDEN TÜRK MiLLETiNDEN ÖZENLE SAKLANIYOR ?



Atatürk ölümünden 50 yıl sonra açıklanmak üzere bir vasiyet bıraktı. Fakat Kenan Evren, 1988 yılında Atatürk’ün vasiyetini açtı ancak nedense açıklanmasını sakıncalı görüp tekrar kilitleyerek kaldırttı. Peki nedir bu özenle Türk milletinden saklanan Atatürk’ümüzün vasiyeti? Bir Türk vatandaşı olarak bizlerin atamızın vasiyetini öğrenmeye hakkımız yok mu? Bizim yerimize nasıl oluyor da başkaları Atatürk’ümüzün vasiyetini görüp görmememize karar veriyor anlayamıyorum. Bugün mecliste oturan milletvekillerinden birinin de mi aklına gelmiyor bir soru önergesi vermek ve vasiyeti açtırıp Türk halkına sunmak? Yoksa bir şeylerden mi çekiniliyor, yoksa Atatürk vasiyetinde komünizmin yıkıldığından ve büyük bir İslam birliğinin kurulacağından mı bahsediyor?

Araştırmacı Aytunç Altındal’da, Atatürk'ün 'siyasi, toplumsal, tarihsel vasiyetinin gizlendiğini düşünüyor. Altındal'a göre, Atatürk'ün notlarında, 'İlelebet payidar kalacaktır' dediği Cumhuriyet için ileride neler yapılması konusundaki görüşleri bulunuyordu. Ata'nın sır vasiyetinin 1988'de yani Atatürk'ün ölümünün üzerinden 50 yıl geçtikten sonra açıldığını belirten
Altındal, 'Cumhurbaşkanı Kenan Evren ve o günkü Başbakan Turgut Özal, bunları okudular. Ancak bu görüşlere, bu fikirlere 'toplumun henüz hazır olmadığını' öne sürerek bunların açıklanmasını engellediler' dedi. 1988'de Atatürk'ün vasiyetinin üstüne 25 yıllık yeni bir yasak konulduğunu söyleyen Altındal, vasiyette neler olduğuna dair ipuçları olduğunu düşünüyor ve şöyle açıklıyor:
Hilafet düşüncesi
Altındal'a göre, Atatürk'ün notlarında Hilafet'le ilgili ilginç fikirleri yer alıyordu. Atatürk hilafetin kişi bazında değil, bütün İslam ülkeleri arasında rotasyonla değişecek bir kurum olarak canlandırılabileceğini söylüyordu. Altındal'a göre, bu vasiyeti 1958'de öğrenen Adnan Menderes, sonunu hazırlayan o cümleyi; 'Siz isterseniz hilafeti bile geri getirebilirsiniz'i bu nedenle söylemişti. Altındal, Atatürk'ün '1920'lerde sadece 3 Müslüman devlet var. Türkiye, İran ve Afganistan. Bu sayı ileride 40'a 50'ye çıkarsa, bu devletler kendileri bir araya gelerek bir Hilafet Meclisi oluştururlar' dediğini öne sürdü.
Atatürk’ün fikri bugün gerçekleşiyor
Mustafa Kemal'in saltanata karşı olduğunu, ancak Hilafet'e bir müessese olarak karşı çıkmadığını savunan Altındal, Atatürk'ün fikirlerinin aslında bugün hayata geçtiğini düşünüyor. Bugünkü İKÖ'nün ana hatlarını 1920'lerde çizdiğini söyleyen Altındal, 'Mustafa Kemal'in Hilafet'in 5 güçlü İslam üyesinin daim” konseyi oluşturmasını, bunların belirli süreler içinde rotasyonlu olarak Hilafet'i temsil etmesini istediğini düşünüyorum' dedi. Gerçekten de bugün İslam ülkeleri arasında vizeler kalkıyor ve çok kısa bir süre sonra çok büyük bir birliğin kurulacağı şimdiden görülüyor.
Vatikan gibi
İslam ülkelerinin tesis edeceği bir hilafet sistemine dünyada terörizmin önlenmesi için ihtiyaç duyulduğunu söyleyen Altındal, 'Bu sistemde en yüksek bir fetva makamı olacaktır. Böylelikle bir İslam Adaleti tesis edilir. Bir tarafın Vatikan'ı var öteki tarafın bir gücü yok. Bu İslam ülkelerinin gücünü arttıran bir şey olacak.
Atatürk Nutuk’ta ne demişti?
Aytunç Altındal, Nutuk'taki hilafetle ilgili bazı sözlerin kendi fikrini desteklediğini düşünüyor. Atatürk'ün, 1963 yılında Ankara Üniversitesi Basımevi'nde basılan Nutuk'unun 490'ıncı sayfasında aynen şu sözleri yeralıyor: ...Ortak ilişkileri korumak ve bu ilişkilerin gerektirdiği koşullar içinde birlikte iş görmeyi sağlamak için ilgili Müslüman devletlerin delegelerinden bir Meclis kurulacaktır. Bu meclisin başkanı, birleşmiş Müslüman devletleri temsil edecektir diye bir karar alınırsa, işte o zaman, istenirse o birleşik Müslüman Devleti'ne Halifelik adı verilir.
Celal Bayar’da biliyordu
Vasiyetle ilgili 3. Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ın da bilgisi olduğunu söyleyen Araştırmacı-Yazar Aytunç Altındal, 1967'de Bayar'a 'Atatürk'ün gizli vasiyeti var mıydı?' diye sorduğunu, Bayar'ın da kendisine, 'Muhtemeldir. Açıklanması şimdi doğru olmaz, Türkiye hazır değil' dediğini söyledi. Kenan Evren'in, Atatürk'ün fikirlerini gizlemesindeki amacı mutlaka açıklaması gerektiğini söyleyen Altındal, Atatürk'ün notlarının Anıtkabir'de olduğu yolunda kendisine güvenilir bilgiler geldiğini de sözlerine ekledi. Altındal, Atatürk'ün sır vasiyetinin, Cumhurbaşkanlığı'nın ardından Meclis'te Atatürk'ü Koruma Komisyonu'nun kararıyla, Genelkurmay Başkanlığı'nın oluru alındıktan sonra açıklanabileceğini de sözlerine ekledi.

Sonuç olarak ben bir Türk vatandaşı olarak Atatürk’ün vasiyetinin açılmasını istiyorum, atamızın “ölümümden 50 yıl sonra açılsın” demesinin bir hikmeti olduğunu düşünüyorum. Vasiyet açıldığında kendisinin ne kadar ileri görüşlü olduğuna herkesin bir kez daha şahit olacağını biliyorum ve bu konuyla devlet yetkililerinin ilgilenmesini rica ediyorum.
 

HiKAYE VE DERS - ERGÜN DiLER


Ergün Diler      HİKAYE VE DERS - ERGÜN DİLER
Rebecca'nın hamileliği zor geçmişti. Karnında İKİZ BEBEK taşıdığını biliyordu. Adeta birbirleriyle yarışan bebekler, anneye hiç rahat vermiyordu.
Doğum günü geldiğinde, BABA İSHAK heyecanla çadıra yaklaştı.
Gergin bekleyişten sonra iki erkek çocuk dünyaya geldi. İlk doğan kırmızı yüzlü ve kıllı ESAV'dı. Ardından pürüzsüz bir cilde sahip olan Yakub geldi. Tanrı, ilk doğanın ULUSU yöneteceği müjdesini vermişti.. Çocuklar İKİZ olmasına rağmen birbirlerine hiç benzemiyordu. Baba, Esav'ı, anne de Yakub'u çok seviyordu!. Esav çok iyi bir avcı olarak yetişmişken, Yakub çadırda oturup beklemeyi seven sakin biri olmuştu.
Esav, bir gün çok acıkmış bir halde nehir kıyısında BALIK ve PİLAV yiyen Yakub'un yanına gitti. Yemekten biraz istedi. Ama kardeşi vermedi. Esav yalvarınca, "O zaman sen de ilk doğan hakkını bana ver" dedi. Esav için önemli değildi. Karnını doyurmak istediği için hemen "Evet" dedi. Eve döndüklerinde ağabey ava çıkarken Yakub çadıra gitti. O an yaşlandığı için gözleri görmeyen İSHAK ölmeden önce oğlu ESAV'ı kutsamak istedi. Sesini yükselterek oğlunun kendisine ET YEMEĞİ hazırlamasını istedi. Rebecca bunu duyunca panikledi. "Bir şeyler yapmalıyım" diye düşündü. Oğlu Yakub'u çağırıp ağabeyinin kıyafetlerini giydirdi.
Kollarına keçi derileri yapıştırdı.
Babasının cildinden dolayı Yakub'u tanımasından korkuyordu çünkü... Yakub odaya girdiğinde İSHAK oğlunun kıyafetlerini kokladı. Onu sarıp öptü ve "İşte oğlumun kokusu, Rabbin kutsadığı kırların kokusu.
Tanrı sana göklerin çiyinden ve yerin verimli topraklarından bol buğday ve şarap versin.
Halklar sana kulluk etsin, uluslar boyun eğsin. Kardeşlerin sana boyun eğsinler. Sana lanet edenlere lanet olsun, seni kutsayanlar kutsansın" dedi...
Ancak bir süre sonra Esav avdan dönüp geldi. Baba büyük bir hata yaptığını anladı. Geri dönmesi mümkün değildi. Büyük çocuk çok öfkelendi. Annesi yine araya girip Yakub'u amcasının yanına HARRAN'a gönderdi.

Esav da TANRI tanımaz HİTİT halkından iki kadınla yaşamaya başlamıştı! Rebecca, Yakub'un böyle kadınlarla birlikte olmasından korktuğu için elini çabuk tuttu. Amca LAVAN yeğenini karşıladı. Yakub uyumlu ve çalışkandı. Bir gün amcası onu kenara çekip, "Ne kadar para istersin" diye sordu. Sıkılan Yakub "Ben kızınız RAHEL'e aşık oldum. Onu bana verirseniz hiçbir şey istemem. Karın tokluğuna çalışırım" cevabını verdi. Lavan tereddütsüz, "7 yıl böyle çalışırsan kız senindir" diye son noktayı koydu. 7 yıl geçti. Yakub çok iyi çalışıp amcasını zengin etti. O gün gelmişti. Kızı alıp evine döndü.
Sabah olduğunda donup kaldı.
Çünkü Yakub'un birlikte olduğu kız RAHEL değil, ablası Lea'ydı!
Öfkeyle amcasına koştu. "Neden böyle bir şey yaptın" diye sordu...
Bu soruyu gülerek karşılayan Lavan, "Bizde adettir. Önce büyük kızlar evlenir. Eğer Rahel'i almak istiyorsan bir 7 yıl daha çalışmalısın. Eğer kabul edersen söz kız senindir" dedi... Genç Yakub çaresiz kabul etti. Aşkı çok büyüktü çünkü... Yıllar geçti Yakub'un 11 çocuğu oldu.
Yakub'un ana-babasını terk etmesi 20 yılı aşmıştı. Ülkesine dönmek istiyordu. Ancak LAVAN parasına para katan yeğenini salmaya yanaşmıyordu. Bunun üzerine Yakub "Eğer sürüdeki BENEKLİ ve KARA koyunları bana verirsen kalırım" teklifinde bulundu. Amcanın canına minnetti! "Evet" dedi hiç düşünmeden...
Ancak Yakub amcasının nasıl biri olduğunu iyi biliyordu. Alacağı bir rövanşın olduğunu da hiç unutmuyordu!
Amca Lavan verdiği söze rağmen sürünün bir kısmını Yakub'tan sakladı. Amacı yine Yakub'u kandırmaktı.
Genç adam bunu gördü.
Sesini çıkarmadı.
Kendine aldığı hayvanları sürünün en güçlü olanlarıyla çiftleştirdi. Birkaç yıl sonra AMCA fakirleşirken, Yakub büyük bir sürünün sahibi oluyordu!
Bir YAHUDİ dostumun anlattığı bu hikayeye göre, ANA BABAYI, KARDEŞ AĞABEYİ, AMCA YEĞENİ, GELİN DAMADI kandırıyordu!
YAHUDİLER menfaatlerini gözetiyordu.
Bu hikaye, GAZZE'ye saldıran İSRAİL askerlerini görünce tekrar aklıma geldi. Başta sahici bulmadığım bu öyküyü dinledikten sonra "Amma da abartıyorsun" diye eleştirdiğim YAHUDİ DOSTUM "Yok inan bana, bizde işler böyle yürür.
Paran çoksa SİNAGOGDA en önde oturursun. Paran azsa yerin kapının yakınıdır" diye karşılık vermişti!
Şaşkınlığımı atmaya çalışırken "Yahu her şey para mıdır?" diye tekrar sormuştum... Bilinen çok önemli bir ailenin ismini verip, "Eşini Polonya'da para karşılığı YAHUDİ yaptırdı.
Çünkü karısının Yahudi olması gerekiyordu. Yani para yine kapıyı açtı" demişti!
Hikayelere ya da bazı örneklere bakarak kimseyi suçlamak, küçük görmek veya ayırmak haddim değil.
Ama yine de YAHUDİLER'in PARA ile ilişkisi bir SIR DEĞİL...
Hal böyle iken nasıl olup da tankımızın uçağımızın YAZILIMINI İsrail'e teslim ederiz...
Yıllarca vurucu gücümüzü İSRAİL'e emanet ettiğimiz için şimdi yoğurdu üfleyerek yiyoruz!
Adamlar ellerindeki KODLARLA bizi etkisiz hale getireceklerini düşünüyorlar.
Bunun için AYMAZLIKLARINA devam ediyorlar...
Gazze'ye attıkları her bombanın Ankara'ya düştüğünün farkındalar!
Bu yüzden dağıttıkları bildirilerde "Gelsin, Türkler sizi kurtarsın bakalım" diyorlar!
Ankara POKER oynamaya meraklı değil...
Şartları bir süre daha olgunlaştırdıktan sonra HESAP kesmeye kararlı...
O gün gelinceye kadar, ne Londra'ya ne de Tel Aviv'e açıktan cevap verilmeyecek...
Perde arkasında gereken yapılırken, onların içeriden bilgi alması engellenecek! Finalde önceki gün gösterilen ALTAY gibi sürprizlerle hesap görülecek!
Dahası üzerine binlerce kitap yazılan, yüzlerce film çekilen YAHUDİLER üstündür felsefesi yakında yerle bir olacak. Londra-
New York hattında dünyadaki KİRLİ işleri örtmek için çıkarılan bu YALAN bir süre sonra BİTECEK!
Kandırıldıklarını anlayan Yahudiler yalnızlaşacak. Kimse onları korumak için DESTEK vermeyecek!
Yeni düzende onlara BAŞROL yok! Bunu en iyi kendileri biliyor! Bu nedenle maçı çevirmek için Türkiye'ye kontratak yapıyorlar!
Eskiden olduğu gibi Yahudiler'in huzur ve mutluluk içinde yaşadığı yer yine ANADOLU olacak!
Yaşayan görecek...
Film başladı.
Ben sonunu söylüyorum sadece!
 

TÜRK ŞAMARI - ERGÜN DiLER


Ergün Diler     TÜRK ŞAMARI - ERGÜN DİLER 

İsrail Gazze'yi vurdu. Çocukları öldürdü. Bunu ilk kez yapmıyordu. Ama ilk kez Ankara'ya mesaj veriyordu! Açıkça, "Bu bombalar size atıldı.
Gelin elinizden geleni ardınıza koymayın. Gücünüz yetiyorsa bizi durdurun" diyordu!
Önceki gece başlattıkları saldırının tek amacı buydu!
Peki neden bu mesajı vermek zorunda kaldılar?
Asıl amaçları neydi?
Türkiye ne yapacaktı?
Ergenekon tutuklusu bir profesör, yazdığı onca kitap içinde bir şeyi çok doğru söylüyordu: İsrail, Türkiye'de İsrail'den daha güçlü! Çok kimsenin kulak ardı ettiği bu söz hem Ergenekon'u hem de Ankara'nın ne ile mücadele ettiğini çok iyi anlatıyordu!
İsrail'in Londra, New York ve Tel Aviv üçgeninden oluştuğunu düşünürseniz, TABLO çok daha net ortaya çıkıyordu!
Konunun derinlerine inmeden daha önce yazdığım bir hikayeyi tekrar hatırlatmam gerekiyor. Çünkü şimdi daha anlamlı... "Talat Aydemir'in DARBECİ arkadaşı pilot binbaşının teklifi, İsrail'den İNTİKAM almak için sabırsızlanan Muhammed'in ayaklarını yerden kesti. Leyla'nın milliyetçi subay ağabeyi tam bir ay bu konuyu kimseye açamadı. Doğru zaman ve doğru insan önemliydi. İçi içine sığmayan Muhammed, bir toplantıda Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat'ın hava subayı olan kardeşiyle karşılaştı. Doğru adamı bulduğunu düşündü. Artık harekete geçme zamanı gelmişti. Dostlukları eskiye dayanan arkadaşının koluna girerek, "Gel biraz dertleşelim" dedi...
Muhammed, kız kardeşinin eşi olan Türk pilotun söylediklerini tek tek anlattı. Sözlerini bitirirken "Bu bir fırsattır. Türk subayları hem çok iyi eğitimli hem çok disiplinlidir. 'ÖL' deyince ölmesini, 'VUR' deyince vurmasını herkesten daha iyi bilirler. Bu son şansımız" diyerek eniştesine olan güvenini vurguladı.
Günlerce haber çıkmadı.
Muhammed tam umutsuzluğa düşmüşken, istihbarattan bir görevli gelip "Sözünü ettiğiniz Türk subayla birlikte sizi başkan yardımcımız bekliyor" dedi.
Hemen hazırlanıp Türk pilotun yanına gitti. İkisi kol kola girdikleri İSTİHBARAT merkezinde tam 5 saat kaldı.
Enver Sedat, kardeşinin söylediklerine inanmıştı. O da tek seçeneğin "Türk askeri" olduğuna kanaat getirmişti. Sedat, istihbarat sorumlusuna toplantının çok gizli kalmasını tavsiye ederken "Ben Türk askerini çok iyi tanırım. Onların kayalıklarla bile nasıl mücadele ettiğini iyi bilirim. Unutma ki eşim Suzan da bir Türk. Ondan neler çektiğimi kimse bilemez" dedi... Geri sayım başlamıştı! Türk subay gelişmeler üzerine defalarca Türkiye'ye gelip gitti. 50 eski arkadaşıyla temas kurdu. Sonunda 32 kişilik TÜRK SUBAY grubu sınırı gruplar halinde geçti. Görev başlamıştı bir kere... Eğitimsiz 30 bin Mısırlı genci NİL kıyılarında kum fırtınalarına rağmen eğittiler. Hepsi çakı gibi asker oldu. Aylardan RAMAZAN'dı. İsrail bu kutsal ayda saldırı beklemiyordu.
Ama yanıldılar!
Takvimler 1973'ün 6 Ekim'ini gösterirken SAHUR vaktinde binlerce Mısır askeri "ALLAHU EKBER" nidalarıyla SİNA'ya çıktı. İsrail şoke oldu. Bir de askerlerin, Mojino Hattı'ndan daha sağlam olduğunu düşündükleri BARLEV HATTI'na yürüdüğünü görünce şaşırıp kaldılar.
Bütün dünya başkentleri yerinden oynadı. Ankara olan biteni sessizce izliyordu. İsrail ne yapacağını bilemez bir halde Türkiye'ye "Desteğiniz var mı?" diye soruyordu! Mısır'ın tek başına bunu yapabileceğini düşünmüyorlardı! Cevap her defasında "Bir bilgimiz yok" şeklindeydi! Türk subayın kayınbiraderi, Leyla'nın ağabeyi kullandığı uçakla yere çakılıp şehit oldu. 32 kahraman bu haberle sarsıldı.
Buna rağmen devam ettiler. Ancak Mısır yönetimi yanlış savaş stratejisini devreye sokunca, İsrail kaybettiği savaşı kazandı!
Tarih Türkler'in yazdığı BARLEV DESTANINI daha yazmadı. Ancak o gönüllü 32 TÜRK büyük gururla yaşadı..."
Mavi Marmara'ya saldırıp 9 sivil Türk'ü katleden, İskenderun'daki birliğimize roket atıp 6 askerimizi şehit eden, PKK'nın yanında savaşıp Mehmetçik'e kurşun sıkan, yazılımını yaptıkları Türk Fantom'un Suriye açıklarında düşmesine neden olan İsrail, bir türlü uslanmak nedir bilmiyor! Aslında TÜRK TOKADI yediklerinde tuz buz olacaklar ama yine de kaşınıyorlar!
Çünkü dertleri başka!
Hükümet, MECLİS'in kararı ile TEZKERE çıkarttı!. Bu bölgeden gelecek herhangi bir saldırıya karşı yapılan en önemli hamleydi! Dışarıdan bakıldığında her ne kadar SURİYE karışık gibi görünse de asıl mücadele IRAK'ta yaşanıyor! Sadece silahlar çekilmediği için biz bunu göremiyoruz.
Cumhurbaşkanı Talabani memleketi Süleymaniye'ye kaçtı. Maliki, İran ve Rusya'yı arkasına alarak bir orduyu petrol bölgesine gönderdi. Barzani tedirgin bir şekilde beklemeye koyuldu. Ordu hazırlayan MALİKİ, "Türkiye gözünü bizim kaynaklarımıza dikmekten vazgeçsin" dedi...
Çünkü onlar da Türk Ordusu'nun Kuzey Irak'taki bir karışıklıkta ne yapacağını biliyordu! Sadece Irak değil, İsrail de bundan haberdardı!
Ankara için Suriye'ye girmek, Şam'a gitmek 30 dakikalık bir işti. Ama bunu isteyen yoktu! Herkes Esad'ı izlerken Ankara bir yandan Irak petrollerinin Suriye üzerinden Akdeniz'e çıkmasını engelliyor, bir yandan da Musul-Kerkük petrolünü kontrol etmek istiyordu! Büyüyen, bir dev haline gelen Türkiye için ENERJİ su kadar önemliydi! Petrolün yüzde 67'si Müslüman ülkelerde iken Ankara'nın buna uzak kalması düşünülemezdi!
İslam coğrafyasına bomba yağdıran İsrail ve müttefikleri pastadan PAYLARINI alırken, Türkler'in geri durma dönemi artık sona ermişti! Hem devlet, hem asker modifiye olmuştu çünkü...
Eski Türkiye gidip yeni devlet, yeni asker, yeni MİT gelince kimyaları bozuldu. Önceden hem ordudan, hem MİT'ten istedikleri bilgiyi rahat bir şekilde alıyorlardı. Artık Türkiye'nin MAHREMİ var. Sıkıntının en büyük nedeni de bu. Ankara'nın kalbine kurdukları MASA yıkılınca elleri kolları kesildi! Önlerini göremediler. Perde arkasında oynadıkları her oyun bozuldu! Tokat yedikçe "Osmanlı geri geliyor" diye feryat ettiler! Gelen TÜRKLER'di ve bu Türkler parmaklarında oynattıklarına benzemiyordu! Onların değil milletin hesabına çalışıyordu!
İşte İsrail, efendilerinin emriyle Gazze'yi vurdu. Suriye'ye bir türlü girmeyen Türkiye'yi o karışıklığın üzerinden kendine çekmek istedi.
Ankara'nın dikkatini dağıtıp Irak'tan uzaklaştırmak istedi... Enerji ile buluşan bir Türkiye'nin tutulamayacağını herkes biliyor ve görüyordu. Ankara'ya destek veren OBAMA bile "kontrol edilmelerinde yarar var" düşüncesinde... İngiltere, Rusya, Almanya, Fransa ve İsrail'i siz düşünün artık!
Büyük poker masası kuruldu.
Tuzak çok. Türkiye kazanmaya yakınken MEZE olmak istemiyor! Bin düşünüp bir adım atıyor. Bu nedenle kontrolü hiç elden bırakmıyor. GÜÇ GÖSTERİSİ yapmak adına cevap vermeyi kendine yakıştıramıyor!
Bu İsrail'e kayıtsız kalınacağı anlamına gelmiyor tabii...
Yakında sadece onların anlayacağı cevap verilir. Bu ya bir kaza ya da Şam'daki Ulusal Konsey Binası'nın havaya uçurulması gibi bir şey olur...
Belki 32 kişiyle, belki de 2 kişiyle cevap verilir! Kim bilir!
Eskilerin dediği gibi; "Zurnada peşrev olmaz, ne çıkarsa bahtına..."
İsrail'e saldırı emri veren LONDRA bile onları koruyamayacak!
Nasıl mı? Onu da yarın anlatırız...

NOT: Gazze'den mesaj yollayan İsrail ile açlık grevi yapanların patronuna dikkat!

 
 
Support : Creating Website | Johny Template | Mas Template
Copyright © 2011. OĞUZHAN HAZAN - All Rights Reserved
Template Created by Creating Website Published by Mas Template
Proudly powered by Blogger